Herkese merhaba,
İlk kez blogumda böyle bir yazı yazıyorum. 1 aydır ve özellikle Kara Pazartesi olarak Boğaziçi Üniversitesi tarihine geçmiş olan dünkü olaylar karşısında kayıtsız kalamıyorum. Tarih zaten unutmayacak ama blogumda da izi kalsın istiyorum. Boğaziçi Üniversitesi Direnişini konuşalım istiyorum.
Boğaziçi Üniversitesi mezunuyum ben. Çok uzun yıllardır içindeyken kendimi her zaman en güvende hissettiğim yer oldu kampüsüm benim için. Yani aslında çok çok derinden hissediyorum tüm olayları. Ama şu an iki çocuğu olan bir anne olarak yazıyorum bu satırlarımı. Çünkü çocuklarımın bu ülkedeki geleceği hakkında, bu ülkenin tüm çocuklarının geleceği hakkında büyük endişe duyuyorum.
Öncelikle birkaç noktayı netleştirelim.
Benim tanıdığım Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi aklıselimdir. Bilimin peşindedir. Adalet ister. Özgürlük ister. Demokratiktir. Hakkını arar ve iletişim kurarak alır hakkını. Şiddet bilmez. Barışcıldır. Barışı, farklılıklara saygıyı benimser her zaman. Öyle sanıldığı gibi elit, ulaşılması imkansız bir yer falan da değildir. Bir devlet üniversitesidir. Sadece bursuyla geçinmeye çalışan çok öğrenci vardır. Ve ülkenin her yerinden gelir öğrencileri. Parasını verip değil, puanını alıp gelir. Çalışkandır. İnatçıdır.
Boğaziçi Üniversitesi’nde kurumun temel ilkelerine her zaman bağlı kalınmıştır. Boğaziçi Üniversitesi’nde her şeyin öğrenci için olduğu bilinci vardır. Boğaziçi Üniversitesi kampüsünde polisin yeri yoktur. Darbe dönemleri dahil, polis hiç girmemiştir. Çünkü gerekmez. Çünkü Boğaziçi Üniversitesi rektörleri buna her zaman engel olmuştur. Çünkü bilimin yuvasında, bir okulda polisin işi ne? Öyle değil mi?
Normalde rektör atamaları nasıl oluyordu?
Normalde belli sayıda aday belirlenir, öğretim üyeleri de kendi aralarında seçim yapar. En çok oy alan 3 adayın ismi cumhurbaşkanına gider ve cumhurbaşkanı bu üç adaydan birini -genellikle birinciyi- atar. Boğaziçi Üniversitesi seçimi öylesine önemsemiştir ki atanan kişi 2. ya da 3. sırada seçilen kişi ise Boğaziçi geleneklerine göre istifa eder ki seçimle birinci olarak kazanan rektör atansın.
Peki 2 Ocak 2021’de Melih Bulu’nun atanması ile ne oldu?
Üniversitenin özerk yapısı hiçe sayıldı.
Seçim sistemi yok edilmiş oldu.
Öğretim üyelerinin üniversitenin işleyişine dahil olma hakkı elinden alınmış oldu.
Bir bilim, bir eğitim kurumu kayyum marifetiyle kontrol altına alınmaya çalışıldı.
Üniversitenin işleyişini bilmeyen, kurumda öğretim üyesi ol(a?)mamış birisi tepeden inme kayyum olarak gönderilmiş oldu.
Ve bu kişi kurumu o kadar tanımamış ki, polisi kampüse soktu.
Peki şimdi neler oluyor?
1 aydır her gün öğretim üyeleri kar yağmur demeden rektörlük binasına sırtını dönüp eylemlerini sürdürüyor.
1 aydır her gün öğrenciler toplanıp danslarla, posterlerle ve sosyal medyada eylemlerini sürdürüyor.
1 aydır sivil polisler kampüsü ve semti abluka altına almış durumda.
Pırıl pırıl gençler barışçıl eylemlerinde şiddet görüyor ve gözaltına alınıyor.
Melih Bulu’nun kişisel ya da akademik başarı ya da başarısızlıkları ile ilgili değil bu durum. Bu isyan rektörlük seçim sisteminin ve üniversitelerin özerk yapısının ortadan kaldırılması ile ilgili. Olay sadece Melih Bulu’nun istifa etmesi değil. O istifa etse ve yerine yine tepeden başka biri atansa yine sorun devam ediyor olacak. Melih Bulu daha fazla kara leke bırakmadan istifa etmeli ve rektör seçim ile belirlenmelidir.
Üniversitelerin özerk olması neden gerekli?
Üniversitede bilim yapılır. Devlet tarafından fonlanıyor olsa bile kontrol ya da manipüle edilemez. Edilirse bilim üretilemez. Amaç zaten eğitimi köreltmek ve yok etmekse çok başarılı bir adım. Bravo. Ama bilim üretmeyen toplumlar yok olmaya mahkumdur. Yok olmak isteyen var mı?
Peki 1 Şubat 2021’de ne oldu?
Olay öyle bir boyuta geldi ki saçma sapan şeyler olmaya başladı.
Okulun kendi içinde çözebileceği küçük sorunlar (sergi olayı) sivil polisler yüzünden büyümeye başladı.
Gencecik çocuklar sadece basın açıklaması yapmak için toplanacakken topluca göz altına alınmaya başladı.
Öğrenciler kampüse hapsedildiler.
Keskin nişancılar okulun kapısını gören bir binanın çatısına yerleştirildiler. Keskin nişancılar!
Kalen tutan parmaklara karşı keskin nişancılar ve sopalı güvenlik görevlileri!
Boğaziçi Direnişi neden bu kadar önemli?
Boğaziçi Üniversitesi’nde vuku bulmakla birlikte bu olay tüm Türkiye’nin geleceğini etkileyecek tarihi bir olaydır. Rektörlerin, üniversite paydaşlarının hiçbir katılımı olmadan tepeden atanması gelişmiş ülkelerde/başarılı üniversitelerde görülen bir uygulama değildir. Bu atamayı kabul etmek bundan sonra ülkedeki tüm üniversitelere tepeden kayyum atanacak demek. Bu atamayı kabul etmek ülkemizin geleceğine ket vurmak demek. Bu direniş ülkesini seven her vatandaş tarafından desteklenmelidir.
- Öğrenciler derhal serbest bırakılmalıdır.
- Polis derhal kampüsü terk etmelidir.
- Melih Bulu derhal özür dilemeli ve istifa etmelidir.
- Üniversiteler özerk bırakılmalı ve seçim sistemi derhal yeniden işletilmelidir.
#kayyumrektöristemiyoruz #kabuletmiyoruzvazgeçmiyoruz #aşağıbakmayacağız
Bu yazıdaki görseller @bogazicidirenisi ve @radyobogazici instagram hesaplarına aittir.
Aşağıdaki linkte direnişin kronolojisini bulabilirsiniz. İlk günden itibaren gün gün olayları yazıyorlar. Ve güncelliyorlar.
https://sivilalanarastirmalari.org.tr/kronoloji/?s=09