Bin Dokuz
Yüz Seksen Dört (1984) - George Orwell
Herkese merhabalar,
Bloggerlar okuyor yazımda bir kitap okuma etkinliği başlattığımızı ve ilk
olarak George Orwell'den 1984 isimli romanı okuyup yorumlayacağımızı
duyurmuştum. Normalde Nisan ayının son günü tüm katılan arkadaşlar bloglarında
paylaşacaktı ve kimi arkadaşlarımız bunu yaptı bile ^^ Ben kitabı okumuş olmama
rağmen blog yazısını yazmaya vakit bulamadığımdan bugüne sarktı. Şule de
gecikeceğini söyleyince bu defalık tarihi bir süre uzatmaya karar verdik. Eğer
katılmak isterseniz 1984 kitap yorumlarınızı 10 Mayıs'a kadar bloglarınızda
yayınlamanızı bekliyoruz. Bloglarınızda yazdığınız yorumun linkini bu yazıya
yorum olarak bırakmayı, ve bu yazının sonunda benim paylaşacağım tüm linkleri
(Linkler 10 Mayıs gecesi son kez güncellenecektir.) kendi yazılarınızda
paylaşmayı lütfen unutmayın ki hepimiz tüm kitap yorumlarından haberdar olalım
^^
Şimdi gelelim benim yorumuma ^^
Orijinal Adı: Nineteen Eighty-Four (1949)
Okuduğum Yayınevi: Can Yayınları, Mart 2015
Sayfa Sayısı: 350
Puan: 9/10
Ben bu kitabı yaklaşık 8 yıl önce, yazarın Hayvan Çiftliği isimli kitabını
okuduktan sonra okumaya karar vermiş ve politik öğeler içeren bir distopya
olmasından dolayı da sıkılabileceğimi düşünerek erteleyip durmuştum. Şimdi,
kitabı okuduktan sonra, diyorum ki "İyi ki bu etkinliği yapmışız ve
kendimi bu kitabı okumaya teşvik etmişim."
Kitabı henüz okumayanlar için mümkün olduğunca spoiler vermeden konusunu
şöyle özetleyebilirim: Bireyselliğin olmadığı, yönetimin geçmiş, şimdi ve
geleceği kontrol altında tuttuğu, düşünmenin suç olduğu, savaşın barış,
özgürlüğün kölelik, cahilliğin de güç olduğu, ve insanların zihinlerinin bile
sürekli denetlendiği karı-koca, anne-baba-çocuk ilişkilerinin yerle bir
edildiği bir dünya düzeni, ve bu dünyada yaşayan bir garip Winston Smith'in
hikayesi. 67 yıl önce yazılmış olmasına rağmen hala güncelliğinden hiçbir şey
kaybetmemiş bir kurgu. Ben okurken o kadar çok yerde "Nasıl ya? Ama bu
bugün zaten oluyor!" diyerek okudum ki. George Orwell'e bir kez daha saygı
duydum.
Can Yayınları'ndan çıkan 50. basım kitabı okudum ben. Birkaç yerde bariz
yazım hataları gözüme çarptı. Normalde Can Yayınları'nda hatalı basıma pek
rastlamadığım için şaşırmış olsam da genel olarak çevirisini beğendiğimi
söyleyebilirim. Ara sıra terimleri orijinalinden de kontrol ettim ;)
Okumayanlar mutlaka okumalı diyor ve spoiler vermekden korkmayacağım bölüme
geçiyorum.
Yazının bundan sonrası spoiler içerebilir!
1984 benim için ikinci bir Kırmızı Pazartesi vakasıydı diyebilirim. İnsan
bir kitabın distopya olduğunu bilir de sonuna kadar umutla okur mu?! O nasıl
boğucu bir dünyadır öyle! O dünyada ben kesinlikle bir proleter olmayı tercih
ederdim. Bir saniye! Ben o dünyada olmayı kesinlikle istemezdim! Ne demek bir
çocuğun anne-babasını ihbar etmesi, ne demek geçmişin değiştirilmesi, ne demek
sevmenin, sevişmenin, onu bırak düşünmenin suç olması. Canım sıkıldı,
sinirlerim bozuldu. Hep bir umutla Winston'ın ikna olmadan ölmesini bile
istedim. Son nefesinde 2 kere 2 dört eder demesini bekledim. Yazık :(
Kitapta işartelediğim bölümler:
1. İki Dakika Nefret2in en korkunç yanı, insanın katılmak zorunda olması
değil, katılmaktan kendini alamamasıydı. (s. 38)
2. Geçmişi denetim altında tutan, geleceği de denetim altında tutar;
şimdiyi denetim altında tutan, geçmişi de denetim altında tutar. (s. 59)
3. Parti, gözlerinizle gördüğünüze, kulaklarınızla duyduğunuza inanmamanızı
söylüyordu. Bu onların en temel, en can alıcı buyruğuydu. (s. 106)
4. Özgürlük, iki kere iki dört eder diyebilmektir. Buna izin verilirse,
arkası gelir. (s. 106)
5. Her gün Londra’nın tepesine inen tepkili bombalar, olasılıkla, “sırf halka
korku vermek için” Okyanusya Hükümeti tarafından atılıyordu. (s. 183)
6. Parti’nin dünya görüşü, onu hiç anlayamayan insanlara çok daha kolay
dayatılıyordu. Gerçekliğin en açık biçimde çarpıtılması böylelerine daha kolay
benimsetilebiliyordu, çünkü kendilerinden istenenin iğrençliğini hiçbir zaman
kavrayamadıkları gibi, toplumsal olaylarla yeterince ilgilenmedikleri için
neler olup bittiğini de göremiyorlardı. Hiçbir şey kavrayamadıkları için hiçbir
zaman akıllarını kaçırmıyorlardı. (s. 186)
7. Savaşın asıl yaptığı, yok etmektir; ama ille de insanları yok etmesi
gerekmez, insan emeğinin ürünlerini de yok eder. (…) Silah yapımı,
tüketilebilecek herhangi bir şey üretmeksizin işgücünü kullanmanın uygun bir
yoludur. (s. 221)
8. Savaş gerekli yıkımı sağlamakla kalmaz, aynı zamanda bu yıkımı
psikolojik bakımdan kabul edilebilir bir biçimde sağlar. (s. 222)
9. Felsefede, dinde, ahlakta ya da politikada iki kere iki beş edebilirdi,
ama iş bir top ya da uçağın yapımına geldi mi, iki kere iki dört etmek
zorundaydı. (…) Güçlü olmak için geçmişten dersler çıkarmak, bunu için de
geçmişte olup bitenleri iyi bilmek gerekiyordu. Hiç kuşkusuz, gazeteler ve
tarih kitapları her zaman yanlı ve yanıltıcıydı, ama bugün uygulanan çarpıtmalar
söz konusu değildi. (s. 228)
10. En iyi kitaplar insanlar zaten bildiklerini söyleyen kitaplardır. (s.
231)
11. Saptandıkları zaman kesin ölüm demek olan düşünceler ve davranışlar
resmi olarak yasaklanmamıştır ve ardı
arkası kesilmeyen temizlikler, tutuklamalar, işkenceler, hapse atmalar ve buharlaştırmalar gerçekten suç işlemiş olan kişileri
cezalandırmak için değil, ileride suç işleyebileceği düşünülen kişileri yok
etmek amacıyla uygulanır. (s. 242)
12. Parti, iktidarda olmayı, yalnızca kendi çıkarı için istiyor.
Başkalarının iyiliği bizim umurumuzda değil; bizi ilgilendiren yalnızca
iktidardır. (s. 298)
13. Parti ne denli güçlenirse, o ölçüde hoşgörüsüzleşecek. (s. 303)
14. Zekilik kadar aptallık da gerekliydi, ama aptalca davranmak zekice
davranmak kadar zordu. (s. 315)
Sevgilerimle,
Alice
Etkinliğe katılan bloglar:
2. Şule Uzundere (Henüz yazısını yayınlamadı.)